Seslerin doğada karşılığı vardır.
Bu metafizik bir durumdur ancak bilimsel yanı da yok değildir. Örneğin sesler,
insanların bazı duyguları hissetmelerine yardımcı olurlar. Bazı sesler insanı
yorar. Evet, bu bildiğimiz duygusal bir yorgunluktur. Bazı sesler ise insana
enerji verir. Sabah uyandığımızda duyduğumuz kuşların cıvıltılarına karşılık
gülümsememiz bundan dolayıdır. Bazı seslerden sonra sinirlenmemiz de yine aynı
durumdan kaynaklanır. Bazı seslerin insanı yumuşattığı, bazı seslerin
sertleştirdiği, insanın yaşı veya yaşantısı farketmeksizin onun ruhu ile bedeni
arasında bir etkiye sahip olduğu doğrudur. Ses bu yüzden bir şifa kaynağıdır.
Aynı zamanda hasta olma sebebi olarak da görülebilir. Fakat biz şifa olan seslerden
bahsedelim. İnce, yumuşak, tatlı seslerden; sevgi aşılayan, insanın yüreğini
ısıtan seslerden… Duyduğumuzda, gönlümüzde çiçekler açtıran seslerden, ağrıyı,
sızıyı, derdi, tasayı silip atan seslerden bahsedelim. Bu sesler kimine göre
bir kuşun, kimine göre bir kedinin, kimine göre bir melodinin sesidir. Kemanın
sesi de olabilir bir bağlamanın sesi de; piyanonun tuşlarıyla şifa bulanda
olabilir, bir darbukanın gümbürtüsüyle de. Rüzgarın getirdiği hışırtı, ya da su
damlacıklarının sesi… Belki de sadece bir insanın sesi bile yetebilir şifa
bulmak için.
Tarihte Amasyalı tıp adamı, Sabuncuoğlu
Şerefeddin adında bir kişi vardır. Osmanlı döneminde yaşamış, Amasya’daki Bimarhane’de,
diğer adıyla Darüşşifada hekimlik yapmış, çağının ötesinde bir hizmet vermiştir.
Sabuncuoğlu, Burhaneddin Ahmed’den aldığı tıp eğitimiyle 17 yaşında hekimliğe
başlar. Ancak boynuz kulağı geçer, Sabuncuoğlu’nun adı, bütün Anadolu da
duyulur.
Sabuncuoğlu Şerefeddin tıp
alanında çok sayıda eserler vermiştir. Türkçe yazdığı eserlerden bugün hâlâ
faydalanılır. Birçok hastalığın tedavisinde yeni teknikler geliştirmiş, kendi
icat ettiği aletler ile ameliyatlar yapmış, bitkisel ürünlerle yeni ilaçlar
bulmuş, hayvanlar üzerinde deneyler gerçekleştirmiştir. Ama Sabuncuoğlu’nun en
büyük özelliği, ününün her yana yayılmasının asıl sebebi başkadır. Sabuncuoğlu
bundan yaklaşık 600 yıl kadar önce ses ile müzik ile hastalarını tedavi etmiş,
seslerin insan ruhu ile bedeni üzerinde var olan hastalıkları giderdiğini,
hangi sesin hangi rahatsızlığa iyi geldiğini keşfetmiştir. Özellikle Türk
musikisi makamları ile insan üzerinde fiziki, psikolojik, aynı zamanda duygusal
etkilerini anlayarak hastalıkları tedavi edebilmesi ilgiye, alakaya değerdir. Sabuncuoğlu’nun
baş ağrısı için Rehavi, ateşli hastalıklarda Irak, tehlikeli ağrı ve sancıda
Hicaz, uykusuzluk için Uşşak makamı müziği kullanması metafizik bir durum
değildir de nedir? Su damlacıklarının oluşturduğu sesin şifa olduğunu nerden
bilebilirdi? Rüzgarı dinleyerek iyileşebilmek nasıl bir yöntemdir? Sorulacak
soru, şaşılacak çok şey var. Çünkü bugün bile bu tür tekniklerden birçok
hekimin, bilim insanın, hatta toplumun genelinin dahi haberi yokken, yüzyıllar
öncesinde hastalıklar sesle tedavi edilmiş, insanlar şifa bulmuştu.
Sesin insan üzerindeki etkileri
bu düzeydeyken, bizim bunun farkında olmamamız ne acı. Yüksek ses ile müzik
dinlemek, gürültülü ortamlarda bulunmak isteği, doğanın sesini kesmek,
hayvanları çevremizden uzaklaştırmak tastamam bir zevksizlikken, bunu anlamamak
ne acı. Türk musikisini dinlemeyi geri kafalılık olarak görenler acaba bunun ne
demek olduğunu anlayabilirler mi? Kemane, rebab, mızraplı tanbur, santur,
kanun, ney gibi enstrümanların kıymetini, verdiği huzuru, şifayı anlayabilirler
mi? Ya da gün içinde, yürürken, yağmur yağdığı esnada çıkan sesin, rüzgarın
hışırtısının, hayvanların seslerinin kıymetini ne kadar anlıyoruz. Bir dostun,
arkadaşın, sevgilinin sesinin verdiği şifanın değerini biliyor muyuz?
Seslerin doğada karşılığı vardı elbette. Kıymetini bilene sevinç, mutluluk, iyilik, sağlık, huzur gibi daha nice
güzellikleri vardı. Kıymetini bilmeyenlere ise acı, keder, hastalık, ağrı sızı…

Yorumlar
Yorum Gönder