Bir cumartesi günü, güneş tüm sıcaklığıyla dağılıyor etrafa.
Tramvay hattı üzerinde bir köşede, sakin ve özgün müzikler çalan bir kafedeyim.
Saatler öncesinden gelip buraya alıştım ve biraz sonra konuğuma soracağım
sorulara çalıştım. Kısa bir süre sonra kapıdan girip kafasını uzatarak bana
gülümseyen oydu.
‘Hoş geldin’
dedim.
‘Hoş buldum’
dedi.
Yorulmuş gibi bir hali vardı. Kahverengi tüylü kabanını
çıkarttı, yandaki sandalyenin üzerine koydu. Telefonunu şarj için arkasındaki
duvarın prizine taktı. Karşımdaki sandalyeye oturdu ve ‘oh’ deyip rahatladı. ‘Tekrar hoş geldin, nasılsın’ dedim.
Gülümseyerek ‘Teşekkür ederim, iyiyim,
sen nasılsın’ dedi. İyi olduğumu söyledim ve sordum.
‘Bade, kendini nasıl
tanımlarsın’ dedim.
Zor bir soru sorduğumu ve insanın kendini anlatabileceğine
inanmadığını söyledi. ‘Ama özet
geçersek’ diye başlayıp ‘Bade ben. 89’luyum. Nuh Çimento Grubunda çalışıyorum.
Kurumsal iletişim ve ihracattan sorumluyum. Doğma büyüme İzmitliyim. Bir erkek
kardeşim var.’ diye devam etti.
İnsanlar onu sosyal medya paylaşımlarından tanıdıkları için
‘Medya ve takipçilerin seni Instagram sayfandan biliyorlar, oradan takip
ediyorlar. Bunu ne zamandır yapıyorsun’ diye sordum.
İki eliyle birden upuzun saçlarını omuzlarından geriye doğru
atarak ‘Yaklaşık beş yıl önce olması
lazım. Ben o zamanlar snapchati çok aktif kullanıyordum. Bu kadar çok bilen
yoktu. Ben o zamanki seyahatlerime Kıbrıs’ta başlamıştım. Bu patlama
Kıbrıs’tayken oldu. Ben paylaşmayı ve anlatmayı çok sevdiğimi gördüm ve bunu
fotoğraflarla yeterince yapamıyorum çünkü ben fotoğraf çekemiyorum. Ve herkes o
fotoğraftan anlamıyor. Ben de kendim gibi düşündüm. Kişi kendinden bilir işi,
dedim ki anlatayım. Ve sonra baktım ki insanlar beni dinliyor, takip ediyor ve
ben bunun uzun süre farkına varmadım. Ta ki anlatma işini kesene kadar. Bir ara
anlatmayı kesince mesajlar gelmeye başladı. ‘Neredesin, niye hikaye yok, ne
yapıyorsun’ demeye başladılar. O zaman anladım bunu’ dedi.
Günümüzde artık iki önemli şey var, biri para diğeri zaman.
Ben de Bade ye ‘Bu kadar çok gezmeye nasıl para ve zaman ayırıyorsun’ diye
sordum.
Hafifçe gülümseyerek ‘İşte
o çok zor’ dedi. Ve devam etti. ‘Dünyayı
gezmek benim hayalimdi. Hatta sol omzumda bir dünya haritası dövmesi var, o
kadar seviyorum. Ben Hereke doğumluyum. Standart Türk tipi aile yapısına
sahibim’ dedi ve kendiyle dalga geçer gibi ‘Sen nereye geziyorsun dünyayı’
dedi. Kısa bir üniversite ve iş hayatına ilk girdiği zamanlardan bahsedip ilk
pasaportunu çıkarttığı ama hiç yurtdışına çıkamadan pasaportunun süresinin dolduğunu
anlattı. Bu durum onu öyle üzmüş ki pasaport polisinin delgeçle deldiği ve
artık kullanamadığı pasaportunu hala saklıyormuş.
Daha sonradan ‘Onun
sırrını açıklıyorum’ dedi ve parmaklarını kullanarak ‘Bir kere kafelerde oturmayı bırakıyorsun. Çünkü oturduğun kafelerde
içtiğin çay sana iki saatte hiçbir şey kazandırmıyor. Sana katacak hiçbir şeyi
yok. Sonra Alışveriş Merkezlerini bırakıyorsun. Dışarıda muhteşem bir hayat
var, ona akıyorsun. Sonra restoranlarda yemek yemeyi bırakıyorsun. Ben
demiyorum ki dışarı çıkmayın, arkadaşlarınızla görüşmeyin, görüşün ama aynı
arkadaşlarınızla aynı yerde aynı şekilde oturuyorsunuz ve ömrünüz aynı şekilde
sürüp gidiyor. Ve hepimizin yapmak istediği şeyler var, sadece görmek mesele. Biri anlatacak biri
gösterecek size. Böyle yaparsanız korkunç bir para cebinize kalır’ dedi.
O sıra garson geldi ve siparişlerimizi verdik. Bade bir Americano
ben ise açık bir çay istedim. Bu arada sorularıma devam ediyorum. Bade’nin motor
tutkusu olduğunu biliyordum. Hatta yarışlarda hakemlik yapmışlığı bile vardı.
Bu yüzden ona ‘Aynı zamanda motor tutkun da var. Bu tutku nereden geliyor’ diye
sordum.
Biraz çocuklaşarak ‘Şimdi
bu biraz değişik bir şey, onun da hikayesi
çok enteresan’ dedi ve devam etti. ‘Ben
Tübraş 50. Yıl Lisesinde okudum. Körfez pistinin yanında benim lisem. Her zaman
araba yarışları motor yarışları gördüm ama kendi kendime bile benim bir motorum
olsun da bineyim diyemedim’ diyerek eski ve içinde biraz da olsa kalan
burukluğa değindi.
Seneler sonra liseyi bitiriyor, üniversiteyi bitiriyor ve
Hereke’de bir restoranda bir iş toplantısında yaşadığı anı anlatıyor.
Toplantının ortasında yeşil bir motor Bade ve arkadaşlarının toplantı yaptığı
yere geliyor ve park ediyor. Motordan inen iki kişinin kamuflajları Bade’yi
etkiliyor ve o anda Bade için motor tutkusu başlıyor. Kendisi de bu konuyu şöyle anlatıyor ‘Arabam vardı o zamanlar bir an –satacağım-
demişim, içimden söyleyeceğim yerde dışımdan söylemişim. Sonra da motoru aldım.’
‘Genç ve yalnız bir kadın olarak bunu nasıl başarıyorsun,
ailen, çevren bir şey demiyorlar mı’ dediğimde gururla bana bakarak ‘Demezler mi? diyorlar’ dedi.
‘İnsanlara, kadın
erkek ilk söylediğim şey –hak verilmez alınır’ dediğinde biraz şaşırıyorum.
En sarsıcı yerine dokunmuş olmalıyım ki böyle bir söz eti.
Sonra devam etti ve ‘Yolda
gelirken onu düşünüyordum. Benim lisede arkadaşım yoktu. Ben lisede tek
başımaydım. Arkadaşımın olmayışının sebebi de annemin dışarıya çıkmama izin
vermemesi. Hep okula git eve gel okula git eve gel. Arkadaşlarım bir kere bana
geldi iki kere bana geldi ben hiç onlara gitmedim’ derken çocukça bir
edayla sesi masumlaşıyor, biraz kaşlarını çatarak yeniden devam ediyor. ‘Üniversite hayatım boyunca hep ders
çalıştım. Üniversite hayatımda öyle aktı geçti. Onu da tutamadım, sonra fark
ettim ki birileri hep hayır diyor. Evde annen hayır diyor, okulda öğretmenin
hayır diyor, iş yerinde amirin, arkadaşların hayır diyor. Önce sana hayır
diyenlerin hayatına bakacaksın’ dedi keskin ve sert bir dille.‘ Çocuklar anne babanın malı değildir, değildir’
dedi tekrardan. Artık başını biraz daha dikerek kendinden emin ve sertçe
konuşmaya ve biraz önceki çocuksu ve masum hallerden çıkıp daha kadınsı biri
olmaya başlamıştı. ‘Sen bu hayata tek
başına gideceksin’ dedi. ‘Tamam,
anneni babanı gururlandır, onurlandır ama baban mühendis olmanı istiyor diye
mühendis olma. Annen öğretmen olmanı istiyor diye öğretmen olma. Sen istiyor musun? Yoksa ömrün boyunca bir görevin olacak
sen mesainin bitmesini bekleyeceksin. İşte ben bir gün dinlemedim çıktım
baktım, iyi geldi. Her zaman iyi noktalara vuramaya bilirsin. Ama keşke
demektense en azından denedim. Deneyip ne olacağını göreceksin, çünkü annen
bile olsa, seni doğuran kadın bile olsa herkesin gözü başka. Sen başka
birisin’, diyerek bana öğüt verircesine konuşuyordu.
Kocaeli’nin yerel gazetelerinde haber olmuştu Bade’nin
dünyayı gezmesi. Bu haberlerin çıktığı zaman ne hissettiğini soruyorum.
‘Güldüm’ diyor
sadece. Haberde fenomen olduğu yazılmıştı ama Bade ‘Ben fenomen değilim, beni belli bir kitle biliyor, sonrası ne olur
bilmiyorum ama ben fenomen değilim’ diyor özellikle.
‘Sonrası oldu. Hatta kısa süre önce yayın hayatına başlayan
Tımekocaeli dergisi sana köşe verdi. Bu nasıl oldu’ diye soruyorum.
Bade de bana ‘Derginin
editörlerinden bir tanesi ‘kim bu kız ya’ deyip, girip sayfama beni izliyor.
‘aaa ne kadar güzel anlatmış’ diyor. Sonra bana dediler ki ‘Sen çok güzel
seyahat ediyorsun, yazar mısın’ dediler, yazarım dedim. Niye yazarım dedim?
Çünkü ben her zaman göz önünde olmaktan çekinen bir insanım, işin mutfağını
seven biriyim. Ben bunu yapmak için bir çaba harcamadım. Ama dedim güzel oldu
belki birkaç kişi görür, birinin hayatına dokunursun, sayende dışarı çıkar, ne
bileyim bir şeye adım atar, en azından sana böyle bir fırsat verildiyse sende yap.
O yüzden kabul ettim’ diye cevap veriyor.
Çok zevkli bir kadın olduğu her halinden belli Badenin. Bu
yüzden ‘Neye göre bir yerlere gidiyorsun, bir önceliğin var mı’ diye soruyorum.
‘Parama göre birde
mesafeye göre’ diyor ve devam ediyor. ‘Çünkü
bende çalışan biriyim. Yurtdışına çıkmak çok zor değil ama biraz planlı olmayı
gerektiren bir iş. Vize diye bir sorunumuz var bizim. Ve ben her vizede en az
580 lira para veriyorum. Ben inandım, hafta sonu ülke gezilir. Hafta sonu ülke
gezmek içinde bazı hesapları yapman lazım. Önce bir saatlik mesafelere gittim
sonra iki saat sonra üç saat ve çember büyüdü. Şu an dört saatlik İspanya
bakalım sonrası ne olacak.’
‘Gittiğin yerlerde seni korkutan bir anın var mı’ diye
soruyorum.
‘Beni çok korkutan yer…’ diye düşünüyor ve aniden ‘Fransa’ diyor.
Bade,Fransa da Orly
havalimanında valizlerini oturduğu bankın üzerine koyup hemen yakınında bir
sütunun dibine oturup telefonunu şarj ediyor. Bir süre sonra Fransa’nın özel
hareket polisleri Bade’nin çantalarının olduğu bankın etrafını sarıyor. Bade
başlarda bir şey demiyor ama polislerin sayısı artınca yerinden kalkıyor ve
eşyalarının başına gidiyor. Polisler bu sefer Bade’nin etrafını sarıyorlar.
Daha önce Orly havalimanında terör saldırısı olmuş ve polisler Bade’nin çantalarından
şüphelenmişler. Fransızların İngilizce bilmesinin gazabına uğrayıp derdini
anlatana kadar neler çekmiş neler. Ama sonradan kurtulmuş tabi. Birde Eyfel
kulesinin önünde patlattığı şampanyayı anlatıyor. Bade kamerasını açıyor, kayda
geçiyor, şampanyasını patlatıyor ve bir dönüyor ki arkasında kocaman tabelada
‘Burada içki içmek yasaktır’ yazısı. O anda hemen bir ekip arabası geliyor
Badenin yanına, yasak hakkında konuşuyor. Bade’de polise ne diyor biliyor
musunuz? ‘İçki içmek yasak, patlatmak değil’ deyip oradan kaçıyor.
‘Peki en zevk aldığın, ben buraya bir daha geleceğim dediğin
bir yer var mı’ diye soruyorum.
Hiç beklemeden heyecanla ‘Madrid’ diyor. ‘Bir ülke
düşünün ki herkes mutlu. Asla uyumuyorlar. Sürekli bir parti hali. İnsanlar
sürekli yemek yiyip içki içiyor. Ve şöyle bir şey var, o kadar insaniler ki
birine bir şey sormana gerek yok. Senin halinden tavrından neye ihtiyacının
olduğunu anlıyorlar. Ben yolda benimle yemeğini paylaşan insan gördüm. Metroda
haritayı okumaya çalışırken ineceğim durağı söyleyen insanlar gördüm. Birde
bütün özgürlüklerin sonuna kadar yaşandığı, kimsenin kimseye müdahale etmediği
bir yer. Ben hayatımda ilk defa gay romantik bir çift gördüm. Lezbiyen bir çift
gördüm. O gerçekle yüzleşmek çok başka
bir şey’ diyor.
Madrid’in onu çok etkilediği kurduğu her cümleden belliydi.
Ama ‘Öyle çiftler gördüm ki birbirinin
avuçlarını öpüyorlardı. Beni hayatımda kimse böyle sevmedi’ dediğinde beni
de etkiliyor bu sözleri. ‘Ve efsane güzel yemekler. Çok iyi ve ucuz’ demeden de
geçmiyor.
Yaklaşık on beş dakikadır konuşuyorduk. Bade eski ve yeni
hayatından birçok şeyi anlattı. Lise yılları, üniversite yılları, iş hayatı ve
yaptığı tercihlerin ona sunduğu bir çok şey. Son kez ona bakıp ‘Ben karşımda
çılgın, biraz deli ama çokta güzel bir kız görüyorum’ dedim. Ve ‘Gençlere hatta
herkese söylemek istediğin bir şeyin belki de bir hayat felsefen var mı’ diye
sordum.
Gözlerini keskinleştirerek kendinden emin bir şekilde ‘Dışarı çıkın! Dışarı çıkın!’ dedi. ‘Dışarıda insanlar muhteşem şeyler
yapıyorlar. Kafelerden çıkın. Dışarı çıkın. Soğukta da çıkın karda da çıkın.
Ben ilk Kıbrıs’a gittim. ‘Kıbrıs ülkemi ya’ dediler. Ben Kıbrıs’ta neler
öğrendim. Kosova. Kosova bir saatte bitiyor. Bir saatte ülke değiştiriyorsun
balkanlarda. Ben orada öğrendiğimi 28 yıldır İzmit’teyim burada öğrenmedim.
Hiçbir okulda görmedim orada gördüklerimi. Benim Gürcistan da seyahat ettiğim
firmanın sahibi hala ‘Türk kızı nasıldın’ diye arıyor. Sizin bu yolda
öğrendiklerinizi karşılayabilecek bir para yok. Ben Yarımca da oturuyorum benim
Arjantin de arkadaşım var. Arjantin de evim var. Polonya da evim var. İtalya da
evim var. Bu ne demek?’ diyor kendine hayret edercesine.
Daha sonradan otostopla gezmeye sıcak bakmadığından
bahsetti. ‘Sen otostop çektiğinde senin
kaderin bir şoförün vicdanına kalmamalı. Sen hayatından imtina ederek
yaşamayacaksın. Sadece diyeceksin ki daha nereyi görebilirim. Yemeği nerede
yesem? Oraya yetişebilecek miyim diye telaşların olmalı’ diye anlatıyor.
-Röportajımız bitti eklemek istediğin bir şey var mı?
-Çok teşekkür ederim.
-Ben teşekkür ederim. İyi ki geldin.
-Onur duydum.



Yorumlar
Yorum Gönder