Bir Öğretmenler Günü’nü daha geride bıraktık. Milli Eğitim
Bakanlığı’nın (MEB) son verilerine göre 1 milyon 77 bin 307 kişilik koca bir “eğitim
ordusu” dün bütün gün kendilerine ithaf edilen günlerinin mutluluğunu yaşadı. Mustafa Kemal Atatürk'ün "Millet
Mektepleri'nin Başöğretmenliği"ni kabul ettiği 24 Kasım 1928 tarihinden
beri kutlanan bu özel gün pek çok ülkede 1994'ten sonra her 5 Ekim’de kutlanmaya
devam ediyor.
Bizim toplum, eskiden beri belli mesleklere hep özen
göstermiş, çok saymış, sevmiştir. Bunlar mühendis, hekim, asker, polis ve
öğretmenlerdir. Toplum içerisinde hep saygı görmüş ve seçkin meslekler arasında
görülen bu meslekler ne yazık ki zaman içinde yıpranmış, eski saygınlığını
yitirmiş hatta artık icra edilmek bile istenmeyen bir duruma gelmiştir. Özellikle
öğretmenlik, bunların içinde en zarar görenidir.
Bunları nereden, nasıl mı söyleyebiliyorum?
Ben söylemiyorum elbette. Öğretmenler kendileri söylüyor. Eğitim
ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) öğretmenler arasında yaptığı anketin
sonuçlarını öğretmenler gününden bir gün önce yayınladı. Sonuçlar ne yazık ki
içler acısı.
Öğretmenlerimizin yüzde
70’i ekonomik koşulları daha iyi olan bir iş teklifi aldığında mesleğini
bırakabileceğini ifade ediyor. Bunun ne demek olduğunu idrak edebilen var
mı?
Aynı bağlamda iki önemli veri ise daha vahim: Öğretmenlerimizin yüzde 57’si aldığı maaşın
yaptığı işi karşılamadığını düşünüyorken, yüzde 78’i son bir yılda borçlarının
arttığını ifade ediyor
Bu sonuç beklenen bir sonuçtu zaten. Çünkü binlerce öğretmen
ek iş yaparak geçimini sağlıyor. Üstelik öğretmenlerin yaptığı ek işler
öğretmenliğin dışında çok alakasız işlerden oluşuyor. Örneğin, buğday eken
öğretmen var. Kurban bayramına koyun besleyip satan öğretmen var. Bir
akrabasının adına ticaret yapan öğretmenler var. Hafta sonları şoförlük yapan
öğretmen var. Günlerini ve zihinlerini geçim derdiyle dolduran öğretmenler,
okullarında gerçek mesleklerini kaliteli bir şekilde nasıl icra edebilir ki?
Ruhsal anlamda büyük bir öneme sahip başka bir veri ise
şöyle: Öğretmenlerin %59’u kendisini iş
yerinde değerli, yüzde 84’ü ise güvende hissetmiyor.
Nasıl bir okul ve eğitim ortamı var ki bir öğretmen kendini
güvende hissetmez?
Öğretmenlerimiz, nasıl bir yalnızlık, yorgunluk ve
tatminsizlik yaşıyor ki kendilerini bu derecede değersiz hissediyor?
Öğretmenlerin yüzde
87’si, MEB ile çeşitli vakıf ve derneklerin yürüttüğü protokolleri doğru
bulmazken, yüzde 90’ı MEB’in sorunları çözmek için ürettiği politikaların
gerçekçi olmadığı kanaatinde olduğunu ifade ediyor.
Mesleğini bu derecede sorunlu ve gönülsüz bir şekilde icra
eden öğretmenler, memlekete ne derecede başarı sağlayabilirler? Kendini değerli
hissetmeyen, çalıştığı kurumda kendini güvende görmeyen, karşılığında aldığı
ücret ile yaşamını hak ettiği şekilde idame ettiremeyen, sorunların
giderilmediği bir ortamda eğitim vermek, insan yetiştirmek ne derecede olur? Olmaz
elbette.
Yeni neslin öğretmenlerin eseri olacağı yerde öğretmenlerin
yeni nesle mesele olduğundan belli değil mi?

Yorumlar
Yorum Gönder