Bugün Başkumandan Meydan Muharebesinin kazanıldığı 30
Ağustos Zaferinin 97. yıldönümü. Kocatepe’den başlayarak Yunan birliklerini
İzmir’den denize döken Türk kuvvetlerinin kesin bir şekilde kazandığı İstiklal
Savaşı, aynı zamanda bir milletinde yeniden doğumu anlamını taşıyor.
Aradan geçen koca bir asır sonra zaferlerden bahsetmek ve
kazandık demek dillere kolay. Savaşın, söylendiği kadar kolay ve basit bir
durum olmadığını ne yazık ki şu günlerde anlamak oldukça zor. Fakat ezberden
anlatılan, her kitapta yazan ve televizyon programlarında konuşulan “Atatürk 19
Mayısta Samsun’a çıktı ve Kuvayı Milliye ile savaşları kazandı” mealinde
anlatılanların dışında çok başka bir sahne var.
Çünkü Mustafa Kemal, Samsun’a çıkmadan önce, Çanakkale
Savaşında, uçurumun kenarına gelmiş bir milleti Alman komutanlarının emirlerine
bırakmamış, elinde topladığı güç ile kendi savaşını vererek hem savaşan askerin
hem de Anadolu da ki sivil halkın gücü ve umudu olmuştur. Bu güç ve umut basit
bir övgü değildir. Sebebine gelecek olursak; önce savaşı anlamalıyız. Çanakkale
savaşını anlamak için sadece resmi tarih ya da gayri resmi tarihe bakmak
yetmiyor. Ders kitaplarında yazan su üstü tarih hiç yetmiyor.
30 Ağustos Zaferine giden yolda dikkat etmemiz gereken en
önemli etken savaşın ciddiyetidir. Bu ciddiyeti anladığımızda hem Çanakkale’yi
hem de Büyük Taarruzu daha iyi anlayacağız. Bunun en önemli örnekleri savaş
sırasında cepheler arasındaki yazışmalardır. Emirlerin hangi şartlarda
verildiği, askerlerin durumu, komutanların dirençleri ve diğer teknik işler.
Çünkü bir savaş sadece hücum etmekten ibaret değildir. Askerin ve komutanların
psikolojileri ve inançları diğer bütün etkenlerden daha önemlidir. İşte baştan
beri bahsettiğim asıl mesele bu.
Savaş başlıyor
Çanakkale açıklarına gelen düşman gemileri ilk başlarda
boğazı kolaylıkla geçip İstanbul’a varacaklarını sanmıştılar. Ancak bu kadar basit
olmadı. Deniz harekatı ile İstanbul'a ulaşamayacaklarını anlayan İtilaf kuvvetleri
bir kara harekatıyla Çanakkale Boğazı'ndaki Osmanlı sahil topçu bataryalarını
ele geçirme planını yaptılar. Bu plan çerçevesinde hazırlanan Britanya ve
Fransa kuvvetleri 25 Nisan 1915 şafağında Gelibolu Yarımadası'nın güneyindeki beş
noktadan karaya asker çıkardı. Ve savaş artık burun burana bir hal aldı. Ancak
karşılıklı kanlı çarpışmaların yaşandığı savaş anlatıldığı kadar kolay değildi.
19. Tümen Kumandanı Mustafa Kemal, çarpışmaların yaşandığı
ilk saatlerden itibaren astlarından sürekli rapor ve çeşitli mesajlar almaya
başladı. Karşılıklı bilgi ve emir alışverişi hiç ara vermeden sürüyordu. Çarpışmaların
üçüncü günü peş peşe gelen bilgi raporları dikkat çekiyor. Savaşın seyri ve
askerlerin tutumunu içeren yazılar savaşın başka bir yüzünü gösteriyordu.
19.
Tümen Kumandanlığına
Saat
2.30 evvel
28
Nisan 1915
Akşamdan beri sarf olunan
bunca çabalara, verilen bunca zayiata karşılık, maalesef bütün harp hattındaki
asker zayıf düşmüş, kıtalar birbirine karışmış, hiçbir vasıtayla erleri
yerinden oynatamayacak bir hale gelmişlerdir. Bu duruma da verilen nispetsiz
şehitler ve yaralılar sebep olmaktadır. Erlerin maalesef umumiyetle manevi
kuvveti kırılmış gibidir…
64.
Alay K. Servet
57.
Alay K. Binbaşı Avni
19.
Tümen Kumandanlığına
28
Nisan 1915
Saat
3 evvel.
77. Alayın dört bölükten
ibaret alayımıza ihtiyat olarak verilen kuvvetinin dört neferinden bile
istifade edilemedi. Akşama kadar vaki olan harpte zaten altı bölükten ibaret
olan alayda beş subay ve iki taburdan 6 manga asker kalmıştı. Geriye kalanlar
şehit, yaralı ve ne olduğu belli olmayan kısımdır…
72.
Alay K.
Binbaşı Münir
Binbaşı Münir’in mesajının hemen ardından başka bir yazı
ulaştı Mustafa Kemal’e.
19.
Tümen Kumandanlığına
28
Nisan 1915
Saat
3 evvel
Taburumdan 3 Manga bir
kuvvetle bir subay, 33. Alay harp etmiyor firar ediyor. Emir tanımıyor. Düşman
sol kanattan hat siperlere de gitmediler. Yalnız kıtamı 3 defa hücum ettirdim.
Kimse takip etmiyor. Burası fena hezimete uğrayacaktır. 27. Alay, yani sağ
kanat istikametinde döndüm.
2.
Tabur K.
Hüseyin
Rıza
2. Tabur Komutanı Hüseyin Rıza askerlerin firar ettiğini, böyle
giderse tuttuğu cephenin hezimete uğrayacağını anlatıyor. Fakat kısa bir süre
sonra 19. Tümen Kumandanlığına başka bir komutanın yazısı geliyor. Yazı başka
birliklerden de askerlerin firar ettiğini anlatıyor.
19.
Tümen Kumandanlığına
28
Nisan 1915
Saat
5.20 evvel
Düşman sol kanadımızdan ilerleyip
avcılarımızı yerlerinde durdurmak için en son şiddet kullandığı halde yine
firarın arkası alınamıyor. Durum dikkat çekicidir.
33.
Alay K.
Yarbay
Şevki
Mustafa Kemal’e gelen yazılarda birçok kuvvetin dağıldığı ve
askerlerin firar ettiği bilgileri vardı. Mustafa Kemal verdiği emirlerle savaşın
seyrini kendi tarafına çevirmiş olsa da askerin ve komutanların düşman
karşısındaki dirençleri kendini açık etmişti. Bunu anlayan Mustafa Kemal
kendince askerinin moralini yerine getirecek bir karar aldı. Bu olayı gazeteci
sıfatıyla ve bir heyetle Çanakkale cephesini gezen Ali Canip Yöntem şöyle anlatmaktadır:
“…Arıburnu’na geldik. Orayı gezerken birden bire İngilizlerin
bir yaylım ateşi, bombardımanı ve aynı zamanda kulağımıza bir de mızıka sesi
geldi.
Esat Paşa’ya sordum:
-Paşam bu ne? Mızıka başladı, İngilizlerinde yaylım ateşi.
Cevap verdi:
-Dikkat edin, bütün mermiler şu üst tarafımızdaki Cesaret
Tepesine müteveccihtir. Her gün öğlen zamanı oldu mu oranın fırka kumandanı
Mustafa Kemal askerine bando ile yemek yedirir ve İngilizleri kıyıda dar bir
yere mıhladığı için, mızıka sesini duyan gemileri, Mustafa Kemal’e ateşle cevap
verirler. Yemek bitince bando kesilir. İngilizler de sırf hiddetlerinden
açtıkları ateşe nihayet verirler.”
Mustafa Kemal bu sayede hem kendi askerini psikolojik olarak
güçlendirirken düşmanın moralini de bozuyor, direncini kırıyordu.
Zafere doğru
1915 yılındaki Çanakkale savaşından yedi yıl sonraki
Kocatepe’ye gidelim. Bu zaman zarfında yurdun her yanında savaşılmış, Osmanlı
Devleti hükümeti düşmana teslim olmuş, silahlı kuvvetleri lav edilmiş,
memleketin tek savunucusu olarak Ankara hükümeti kalmıştı. Ve bu sefer son ve
büyük bir savaş planı söz konusuydu: Başkomutanlık Meydan Savaşı. Bu savaşın
önemi Çanakkale’deki savaş sırasında yazılan bilgi raporlarındaki firar
haberlerinin yerine Mustafa Kemal’in kendi kalemiyle yazdığı zafer işaret ediliyordu.
Mustafa Kemal zaferi şöyle anlatıyordu:
26 Ağustos sabahı Kocatepe’de
bulunuyorduk. Sabah saat 5.30’da topçu ateşimizle saldırı başladı.
26 ve 27 Ağustos
günlerinde, yani iki gün içinde, Afyonkarahisar’ın güneyinde 50 ve doğusunda
20-30 kilometre uzunluğunda bulunan berkitilmiş düşman cephesini düşürdük. Yenilen
düşman ordusunun büyük kuvvetlerini 30 Ağustos’a değin, Aslıhanlar yöresinde
çevirdik. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonrasında (Buna Başkomutan Savaşı adı
verilmiştir) düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve tutsak aldık. Düşman ordusunun
Başkomutanlığını yapan General Trikopis de tutsaklar arasındaydı.
Demek tasarladığımız kesin
sonuç beş günde alınmış oldu.
30 Ağustos Zaferi, bin yıl önce Malazgirt’te olduğu gibi,
bin yıl sonra da Anadolu’nun hala Türk yurdu olduğunun bir tescili anlamını
taşır. Yılarca sürmüş savaş, artık son bulmuş, firar haberlerinin yerini zafer
haberleri almış ve Anadolu’nun üstünde sonsuza dek ışık saçacak bir Güneş
doğmuştu. 30 Ağustos’un anlamı işte tamda buydu.

Yorumlar
Yorum Gönder