SEKA’ya Giden Yol
Binlerce yıldır kullanılan yazı, insan hayatında hem birey
için, hem de toplum için çok önemli bir yerde durmuştur. Yazının icadından bu
yana her şeye işlenmiş olan yazı, kendini geliştirirken diğer yandan da
yazıldığı malzemeyi geliştirmeye başlamıştır. Önce taşları oyarak yazılan yazı,
sonrasında ağaç kabuklarına işlenmiş, zamanla hayvan kemikleri ve benzerleriyle
devam etmiştir. Daha sonrasında işlemesi ve yazı yazımı daha kolay olmasıyla
hayvan derisinden yapılan “parşömen” yazı hayatında önemli bir yer tutarak
diğer malzemeleri ve teknikleri geride bırakır. Fakat hızla gelişen dünyanın
beklentisini hayvan derilerinden imal edilen “parşömen” karşılayamaz ve yerini “papirüse”
bırakır. “Papirüs”, papirüsgiller familyasından otsu bir bitkinin gövdesinden
hazırlanan “papirüs kâğıdı” olarak devreye girer ve yazı hayatında birinciliğe
oynar.
Yıllar geçtikçe çeşitli malzemeler kullanılarak birçok
farklı teknik ve yazı materyali bulunup kullanılırken, günümüzden yaklaşık 2000
yıl önce Çin’de devlet memurluğu yapan “Tsai lun” isimli bir kişi tarafından dut
ağacı kabuğu, kenevir ve kumaş parçaları suyla karıştırılır ezilip lapa bir hal
almasından sonra preslenerek suyu çıkarılır. Ortaya çıkan ince tabakayı güneşte
kurutarak günümüzdeki en eski kâğıt üretilmiş olur.
Doğu ve batı arasında ticaret yapan kervan sahibi
tüccarların vasıtasıyla Tsai lun’ın icat ettiği kâğıt hem duyulmuş bir süre
sonra ise ticaret malı haline gelerek epey değer kazanmıştır.
Yazının yazıldığı en iyi kâğıt icat olunduğundan dolayı
insanlar artık kâğıdın kalitesi ve üretimindeki hızı için teknikler
geliştirmeye başladılar.
Osmanlı imparatorluğu, değer kazanan ve hayatın her
köşesinde gerek duyulan kâğıdın üretiminde ve dünyada ki pazarında söz sahibi
olmak için 18. yüzyılda Beykoz ve İzmir’de kâğıt imalathaneleri kurar. Fakat o
yıllarda ki kapitülasyonlar ve yabancılara tanınan ticari imtiyazlar sonucu bu
imalathaneler daha fazla dayanamaz ve kapanmak zorunda kalır. Fakat birisi
vardır: Mehmet Ali Bey. Osmanlı da yaşanan bu olaylardan dolayı, bir gün bir
ülkenin temel taşlarından birisi sayılacak, varlığıyla koca kentlere ruh, koca
koca insan kitlelerine yeni bir hayat sunacak fabrikaların hayalini Mehmet Ali
Bey kurmaya başlamıştı bile.
Kimdi Bu Mehmet Ali
Bey?
Darülfunun-ı Osman-i Funun medresesinden kimya bölümünü
bitirdikten sonra Granoble Üniversitesine bağlı Fransız Kâğıt Mühendisliği
okuluna giren Mehmet Ali Bey buradan mezun olduğunda artık kâğıt mühendisidir.
Eğitimi için yıllarca yaşadığı Fransa’dan 1927 yılında
Türkiye’ye geri döner. Geçmişte adım atılmış ama nedense başarılamamış
hedeflerin hayaliyle, 7 yıllık çalışmaları sonrasında kâğıt ve selüloz
sanayisinin kurulması projesini 1’inci 5 yıllık sanayi planına aldırmayı
başaran Mehmet Ali Bey bu başarıyla hem hayallerini gerçekleştirmiş olacak, hem
de kendisinden öncekilerin yarım bıraktığı kâğıt üretiminin başına geçecektir.
İzmit Kâğıt Fabrikası
Açılışı
“Bu gün temeli atılacak olan fabrika, iktisadi hayatımızda
mühim bir yer kaplıyor. Büyük Millet Meclisinin sanayi programının mühim
fabrikalarından biridir. Takriben 2 milyonu geçen bir sermaye kullanılacak,
memleketin 13 bin m³’üne yakın ağacı kullanılacak, 15 bin tona yakın kömür sarf
edilecektir. Yapılan planlara göre fabrika bir seneye varmadan işletmeye
açılmış olacaktır. Ümit ediyoruz ki, asıl sevincimiz, fabrika büyük sanayisine
en nihayet tamamen kurulduktan sonra asıl zirai kimliğini ve kıblesini
işletmesinde gösterecektir”.
İsmet İnönü bu sözleri söyleyerek 14 ağustos 1934 yılında,
Türkiye’nin ilk kâğıt fabrikasının temellerine kendi elleriyle ilk harcı
atmıştı. Yüksekçe bir kürsü kurulmuş, etrafında yüzlerce insan toplanmış onu
dinlemekteydi. O gün, onun elleriyle atılan harç 1936 yılında Türkiye’nin
selüloz ve kâğıt sanayisinde dev olma yolunda ilerlemeye başlayacaktı. Kâğıt
fabrikası taze Cumhuriyetin canına can katacak fabrikaların en başında
geliyordu. Çünkü diğer fabrikaların kurulması için hazırlanan planlarda da
burada üretilen kâğıt kullanılacak, yerli kâğıt üretimi ülkeye can katarken
İzmit’e de yeni bir ruh olacaktı.
İsmet İnönü’nün ilk harcı atmasıyla başlanan İzmit Kâğıt
Fabrikası 1936 yılında tamamlanır. Fabrikanın kurucusu olmakla beraber kâğıt
mühendisliği ve kimyagerliği görevini yürüten Mehmet Ali Bey tarafından ilk
kâğıt üretilir. İlk yıllarda 12.000 ton/yıl kapasitesinde olması, yapılan işin
boyutunu açığa koymakta yeterlidir.
Başka Bir Fabrika
SEKA
Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları tabelası altında
kurulan İzmit kâğıt fabrikası zamanla sadece bir kâğıt fabrikası olarak
kalmayacağını da göstermek adına diğer fabrikalardan farklı işlere de
kalkışmıştır.
Kurulduğundan günümüze kadar sayısız başarısı ve onlarca
branşıyla “Kâğıt Spor” SEKA’nın ve İzmit’in övgü kaynağı olmuştur.
İlk başlarda fabrika işçileri için kurulan revir zaman içerisinde
kendini kocaman bir hastane yapmayı başarmıştır. Kaç ağrının dindirildiği, kaç
kişinin derdine derman bulunduğu bilinmez ama SEKA’nın sadece bir fabrika
olmadığını bilmek onun yıllara verdiği onca şeyle bilinebilir.
İşçilerin sabah işe gelip akşam oldu mu eve gittikleri
işletmelerden olmayan SEKA kendisini sanayide gösterdiği kadar duvarlarının
arkasında sakladığı “sinema ve tiyatro salonlarıyla” kültür ve sanatta da
iddiasının ne kadar büyük olduğunu farklı bir fabrika imajıyla yeniden
göstermiştir.
Meslek kurslarında yetişen İzmitliler öğrendiklerini,
kollarında altından bir bilezikmişçesine değerli kılıyorlardı. “SEKA bandosu”
kaç marş çaldı, kaç defa İzmit sokaklarında dolaştı diye sorsak kimse bilmez.
İşçilerin kendi ürettikleri kâğıtlar yine kendi ellerine ‘SEKA Postası’ olarak
gelmesiyle SEKA’nın haberlerinin yazmasıyla İzmit’in yaşamını anlatmasıyla
onlara yaptıkları işin en güzel yanı olarak geri dönüyordu muhakkak.
Kim bilir ne türküler ne şarkılar çaldı “SEKA Eğitim Radyosu”.
Kimler hayallerine daldı çalan radyoya kulağını vererek. Nice ah çekilmiştir o
türküler dinlenirken. Kimini neşeye kimini efkara boğmuştur. Müzeyyen Senar’dan
Ajda Pekkan’a Semiramis Pekkan’dan İlhan İrem’e, Tanju Okan’dan Fikret
Kızılok’a kadar.
Şehirden uzakta, Sapanca gölü kenarına kurulan “SEKA kampı” işçileri
olduğu kadar tüm şehri sosyal hale getirerek, boş zamanlarda huzurlu vakit
geçirmek isteyenler için vazgeçilmez bir adres olup şehre SEKA sayesinde yeni
bir güzellik katmıştır.
Yardıma muhtaç hemşerilerine el uzatıp, onlara bir nebze
olsun nefes aldırmak adına kurdukları “Tüketim Kooperatifi”’yle sivil toplum
kuruluşu görevlerine soyunarak insanlara, İzmitli hemşerilerine, dostlarına,
komşularına, tanıdık tanımadık kim varsa el uzatıp, yardım edip SEKA’nın başka
bir fabrika olduğunu Türkiye’ye göstermişlerdir.
1998 yılında özelleştirme kararı alındığında haklarını
savunacak sendika, yine SEKA’nın varlığıyla var etmişti kendini.
Kaç çocuğun bakışını okşadı “SEKA Çocuk Dostları Derneği”?
Kaç damla gözyaşı sildi kim bilir. Kaç çocuğun yüzü güldü? Kaç çocuğun oyuncağı
oldu?
SEKA sadece bir üretim merkezi değil, aynı zamanda hem
kültür sanat hem spor hem de insanlık merkeziydi.
Başladığı Gibi
Kalmadı
6 Kasım 1936 yılında resmi açılışı yapılan İzmit kâğıt fabrikasının
aynı zamanda ikincisinin de temeli atılmıştı. Yıllar geçtikçe yeni fabrikalar
açılarak kendini büyüten SEKA, İzmit’te 5 fabrika olmak üzere, Afyon, Akdeniz,
Balıkesir, Çaycuma, Dalaman, Kastamonu ve Aksu gibi yerlerde de fabrikalar
açmıştı. SEKA ürettiği kâğıtla, kartonla, selülozla, ekmek yedirdiği
insanlarla, eğittiği gençlerle, yüzünü gülümsettiği çocuklarla ve ülkeye
kattığı değerle Mehmet Ali Kâğıtçı misali vefa borcu ödermişçesine çalışmaya
devam ediyordu.
SEKA ürettiği kâğıdın çeşidini artırırken hacmini de artırıp
kendi başına, selüloz ve kâğıt sektörünü yürütür hale gelmişti. Bünyesinde
çalıştırdığı binlerce insanla aynı zamanda bulunduğu şehre kattığı değerle,
yıllar önce İsmet İnönü’nün temel atma töreninde söylediği sözleri yerine getirmiş
olduğunu bir kez daha kanıtlıyordu.
Büyümeye devam eden SEKA, 1957 yılına gelindiğinde gazete
kâğıdı üretimini tek başına omuzlayarak satış merkezlerini de artırdı. İstanbul’a
ek olarak İzmir ve Ankara’da da satış ofisi açan SEKA artık kendini Türkiye’nin
her köşesine taşımış, kâğıdın her çeşidini üreten, binlerce insanın okul saydığı
bir merkez haline gelmişti.
Yönetim kurulu kararıyla, 1978 yılında bağımsız bir kurum
haline getirilen SEKA, artık SÜMERBANK himayesi altında değildi.
SEKA İçin Çanlar
Çalıyor
İlk kâğıdın üretiminden tam 50 sene geçmiş 1986 yılına
gelinmişti. Yarım asrın geride kalmasına özel kutlamalar düzenlenmişti. Ancak
yolunda gitmeyen bir şeyler de yok değildi.
SEKA gibi kâğıt üretimi yapan özel şirketlerde kurulmuş,
hatta SEKA’nın hızına yetişmişlerdi bile. Zaman geçtikçe piyasada ki yerleri
büyüyor SEKA gerilerinde kalıyordu. SEKA eski teknolojisiyle üretimine devam
ederken bir yandan da sektörde ki yerini korumaya çalışıyordu.
1990’lara geldiğimizde özel sektörün gerisinde kalmış,
giderleriyle üretimi arasında ki denge bozulmuş ve zarar etmeye başlamamıştı. O
dönemde SEKA için özelleştirme kararı alınması görüşüldü. 1998 yılında
özelleştirme kararı bildirildi. Ancak SEKA’nın yüzlerce çalışanı ve İzmit halkı
karara karşı gelerek, hayatlarını geçirdikleri SEKA için direnişe geçti ve
hayat okullarına sahip çıktılar.
Fakat bu SEKA’nın kurtuluşu için yeterli olmadı. Sorumluluktan
uzak, devlet ve millet bilinci yeşermemiş kimileri sebebiyle 2004 yılında
SEKA’nın zarar ederek ülke ekonomisini zora sokması nedeniyle kapatılması
kararı alındı. SEKA çalışanları, aileleri, hayatlarını SEKA da yaşamış olan
SEKA emeklileri ve İzmit halkı yeniden direnişe geçti. Günler sonra gelinen
nokta, SEKA’nın Kocaeli Büyükşehir Belediyesine devredilmesiyle aynı zamanda
çalışanların haklarıyla beraber Belediye bünyesinde çalışmaları kararıyla son
buldu.
Paslanmış demirlerin, sıvası dökülmüş duvarın, kırılmış
camların ve kimsesizlik tenhalığıyla SEKA artık yoktu. Koskoca 71 yıllık
hayatın sonunda makineleri susmuş, işçileri onu terk etmiş, koca duvarların
arkasında yenilgisine ağlıyordu belki de. Önün de mavi körfez, arkasında İzmit
dağları, kendi bir başına kalmış haldeydi son ana kadar.
SEKA Yeniden Doğuyor
SEKA’yı çalışanlarıyla beraber bünyesine alan Kocaeli
Büyükşehir Belediyesi, SEKA’nın doğduğu yeri unutmadı. 1934 yılında temeli
atılan SEKA yine aynı yerde bu sefer fabrika olarak değil tarih kokarak yeniden
doğuyordu.
Binlerce metrekare alana sahip SEKA bütün tarihiyle beraber
aslına uygun bir şekilde düzenlenip, kültür merkezi şekline soyunuyordu. Aynı
binalar içinde aynı makineler ve yine aynı havasıyla, eski ve kudretli SEKA yeniden
doğacağı günü bekliyordu.
Binlerce insanın hayat bulduğu SEKA, artık yüzbinlerce
insanın zaman geçireceği, çocukların koşup oynayacağı, sevgililerin el ele
gezip hayal kuracağı, yeşilin ve mavinin birleştiği, tarihin, sanatın ve
kültürün yeşerdiği bir yer olarak yıllardır şehre kattığı değere kaldığı yerden
devam edecekti.
SEKA Kâğıt Müzesi
80 yıl önce kağıt fabrikası olarak kurulan SEKA, şimdi ise
dünyanın en büyük kağıt müzesi olarak yeniden kendini gösteriyordu. Doğduğu ve
yıllardır çalıştığı yerde artık üretim merkezi kültür merkezi olmuştu.
Üretim odaları yeniden düzenlenmiş 16 salonda SEKA ruhu
görücüye çıkmıştı. İşçilerin yemek yediği tabaklardan tutanaklara, işçi
baretlerinden grev gömleklerine, Kağıt Sporun kazandığı kupalardan siyah beyaz
hayat dolu fotoğraflara kadar SEKA’nın dünüyle bu günü film şeridi gibi
akıyordu vitrinlerde.
Bir zamanlar ekonominin can damarı olan SEKA şimdilerde
çocukların oyun alanı, yetişkinlerin zamanlarını geçirebileceği bir merkez
haline dönüştü. Çocuklar için hazırlanan atölyelerde kağıt yapımı ve birçok el
işi sanatları yapılıyor artık.
80 sene öne temel atma çalışmalarında bulunan Roma dönemine
ait tarihi eşyalar sergileniyor, tarihlerin buluşması yaşanıyordu adeta.
SEKA’nın sayesinde var olanlar olduğu gibi SEKA’yı da var
eden biri vardı elbet. Türkiye’yi kağıtla buluşturan, ömrünü kağıda adayan,
adını sadece Türkiye’de değil dünyaya duyuran adam Mehmet Ali Kağıtçı. Onun içinde
düzenlenmiş bir oda var müzede. Yaptığı çalışmaları, kitapları, belgeleri ve
ona ait birçok şey adının verildiği salonda sergileniyor.
Tarihi fabrika 12 bin 345 metrekare alan üzerinde artık
kağıt müzesi olmuştu. Kaç el nasırlandı bu fabrikada? Kimlerin sevinci,
kimlerin hüznü oldu? Kaç kişinin saçı ağardı? Hangi kitaba kağıt oldu buraya
gelen odunlar?
SEKA kendi başına bir hayattı çalışanlarına. Onların işiydi.
Onların eviydi. Onların sevgilisiydi. Geceleri ve gündüzleriydi. Bir ömürdü
SEKA.
Sadece SEKA
Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen, bir makinenin başına
geçip durdunuz mu?
Turuncu ateş tuğlalarından örülü duvarlarına elinizi sürüp o
kokuyu içinize çektiniz mi?
Üzerine bastığınız taşlara, merdiven basamaklarına yıllar
önce kimlerin bastığını, kimlerin üzerinde yürüdüğünü düşündünüz mü?
Tonlarca ağacın yontulup, makinelerde işlendikten sonra
dönüştüğü kağıdı elinize alıp hissettiniz mi?
Kilometrelerce yoldan gelip, binlerce insanın tek tek emek
verip saatlerce, belki günlerce çalışmasından sonra o ağaçların ince bir kağıt
olmasına hayret ettiniz mi?
Gidin ve o makinelerin başında durun. Düşünün. Tuğlaların
tozunu, kokusunu içinize çekin. Hissedin o kağıdı bütün duygularınızla. Sonra
da durup hayret edin.
Sonra durun ve dönün arkanıza, SEKA deyin, sadece SEKA.



Yorumlar
Yorum Gönder