Akşam geç vakitti. Annesinin kırk yıllık koltuklarına
uzanarak seyrettiği televizyonu uzaktan kumandayla kapattı. Kalktı ve mutfağın
balkonuna çıktı. Kolunu balkon demirlerinin soğuğuna bıraksa da sanki çivi gibi
soğuğu hiç hissetmedi. Gecenin en karanlık anlarıydı. Gökyüzü bulutlu, Ay
bulutların arasından kendini gösterme telaşı içindeydi. Sokakta kimsecikler
yoktu. Ne insan ne de bir araç geçiyordu. Yan binada ki komşunun kızı annesini
görmeye gelmiş olmalı. Küçük bir bebek ağladığına göre.
Balkondan baktığı zaman görülecek çok şey yoktu. Evin hemen
karşısında Orman İşletme Şefliğinin binası vardı. Onun sağ tarafında Kadriye
babaannenin bahçeli evi, sol tarafında ise ilkokulu okuduğu Atatürk okulu
vardı. Onun okuduğu zamanlar okulun duvarları yoktu, duvar gibi ağaçları vardı.
Her biri çam, her biri koca ihtiyar. Ağaçlar öyle büyüktü ki, beş katlı okul çoban
kulübesi kalırdı ağaçların yanında. Yeri gelir maç yapan çocukların kale direği
olan o ağaçlar yeri gelir sevgililerin buluşma noktası olurdu. Kimi zaman
saklambaç oynasalar kaçını birden saklardı o ağaçlar... Kimi zaman örnek
gösterilirdi öğrencilere –bu ağacı benim dedem dikmiş. Tam seksen yıldır burada-
diye hikaye konusu olurdu bazı ağaçlar.
Gecenin ıssız ve serin rüzgarına rağmen balkonda durup
uzaklara bakmaya devam etti Latif. Başını bir Kadriye babaannenin bahçesine
çeviriyor gülümsüyor, bir okula çeviriyor gülümsüyor. Birden durdu ve yüzü
asıldı. Kaşları çattı. Dişlerini sıkar gibi oldu ve başını hepten gövdesiyle
birlikte okula çevirdi.
Bir yaz tatili zamanıydı. Okulun önünde sabahtan akşama kadar oyun
oynanır, mahallenin ne kadar çocuğu varsa okulun koca bahçesini doldururdu.
Ansızın belediyenin hiç bozulmayan ama külüstür pikabı okulun bahçesine girdi.
Ardından kocaman bir vinç ve mavi bir traktör. Bir sürü adam araçlardan
indikten sonra önce bellerinden düşen pantolonlarını sanki anlaşmış gibi
kemerlerinden tutarak çektiler. Birisi burnunu karıştırarak eski pikaptan inen
adama seslendi.
-Bayram abi hangilerini keseceğimiz belli mi?
Bayram abisi bahçe girişini eliyle göstererek…
-Şu ikisi hariç bir de arkada var bir tane. Gerisini hepten
indireceğiz.
Bahçede ki çocuklar ne olup bittiğinden habersizce bakışır,
birbiriyle konuşurken Latif elinde tuttuğu topa sertçe vurarak bahçeden yola aşırdı. Arkadaşı Ömer,
-Ne dışarı atıyorsun lan… Siktir git al gel topu.
-Sen al. Ben eve gidiyorum.
Latif yavaş adımlarla arkadaşlarından uzaklaşıp okulun
bahçesine giren adamların yanından geçip gitti. Başı yerde ama aklı bahçede
kalmıştı. Anlamıştı o adamların bahçede ki ağaçları kesmeye geldiklerini. Daha önce
hükümet konağının önünde ki ağaçları da kesmişlerdi. Bomboş yer yapmışlardı.
Peki burasıda mı öyle olacaktı?
Kapıyı annesi açan Latif doğru mutfağın balkonuna koştu.
Ellerini balkon demirlerine, başını da ellerine yaslayarak seyretmeye başladı.
Okulun bahçesine gelen adamlar hızar motorları, halatlar, demir zincirler
indiriyorlardı yere. Vinç yavaş yavaş göğe doğru uzuyor ve bir ağaca
yaklaşıyordu. Bahçede ki çocuklar oyun oynamayı bırakmışlar o adamları seyrediyorlardı.
Zaten çocukları da uzaklaştırmışlar, oyunlarından etmişlerdi.
Sokaktan hızlıca ve boğuk bir motor sesiyle geçen taksiyi
fark etti Latif. Doğruldu ve ellerini yüzünde gezdirdi. Geriye döndü ve
balkondaki plastik iskemleye oturdu. Dağılan bulutlardan ortaya çıkan Ay’ın
bembeyaz ışıldamasına baktı uzun uzun. Sonra da kalkıp içeri girdi, kendi
odasına. Yorganını açmadan yatağın üzerine uzandı, bir süre öylece bekledi. Sol
tarafına döndü, ellerini göğsünde birleştirdi, gözlerini kapadı, derin
bir nefes aldı, verdi.

Yorumlar
Yorum Gönder