SEKA parkta, emektar Gayret savaş gemisinin tamda
karşısındayız. Öğlenin sıcak güneşi
denizin dalgalarıyla üzerimizde dans ediyor. Eski kağıt fabrikası SEKA’nın
arazisi üzerinde kurulmuş nezih bir mekan burası. Yıllarca TSK’da üst düzey
görevlerde bulunmuş, daha sonradan ‘Balyoz’ gibi bir kumpas davasında yargılanmış emekli asker Semih Çetin konuğum oluyor. Hal hatır sorma faslını yapıp ilk
sorumu soruyorum emekli Tümamiral Semih Çetin’e.
-15 Temmuz darbe girişiminden sonra yapılan yargılamalar
diyorum. Siz yeteri kadar inlerine girildiğini düşünüyor musunuz?
-“İnlerine gireriz
diyorsanız bu iş kime gidiyorsa nereye kadar uzanıyorsa hepsinin eşit şekilde
yargılamanız gerekir, herkesi” diyor üstüne basarak. Ve devam ediyor “Silahlı kuvvetlerde benim bildiğim üst
düzey yani general, amiral, albay gibi üst düzey yönetici konumunda olan
personelde çok büyük bir temizlik yapıldı. Ama aşağısının temizlenmesi o kadar
kolay bir iş değil. Daha hala devam ediyor. Genç rütbeli subaylarda,
astsubaylarda, uzman çavuşlarda hala bu örgütün bir takım elemanları yer alıyor
olabilir. Bunlar zaman içerisinde temizlenir ama ben şunu söyledim bu
soruşturma siyasi sorumlularına uzanmadıkça tam olarak çözümlenmiş, adalet
yerini bulmuş olmaz. Öyle bir örgüt düşünün ki silahlı kuvvetlere sızmış,
medyada adamları var, yargının içinde, polisin içinde, her yerde elemanları
var. Devlet yönetiminin her kademesinde elemanları var ama siyasetçilerin
içerisinde hiç yok. Belki görevden el çektirilmiş olabilirler ama orada harp
okulu öğrencisi hapis yatarken onlar sadece görevden el çektirilerek mi bu
diyetin bedelini ödeyecekler” diye sitem edercesine soruyor.
Ben daha sonra geçmişte söylemiş olduğu “TSK’nın içinde
büyük bir aidiyet ve komutana kesin güven vardı. Ama bunlarda zarar gördü’’
sözünü hatırlatarak; TSK da ki bu durumun etkileri nelerdir diye soruyorum.
Çetin komutan ise,
-“Şimdi ben bazı
haberler alıyorum mesela diyorlar ki, emir veriyor tümen komutanı tugay
komutanı altındaki bir tabura veya alaya yazılı emir istiyorlarmış. Bu
askerlikte kabul edilebilecek bir şey değil. Ben komutan olarak birine sözlü de
olsa telefonla da olsa emir verdiğim anda o emir yerine gelecek. Gelmezse o
zaman bir takım şeyler zayıflamış demektir” diye yanıtlıyor.
Sorularımı cevaplarken yaşanan olaylardan oldukça
hayıflandığı belli oluyordu. Daha sonra birden parlayarak…
-“Türk silahlı kuvvetleri
dünyanın en güçlü ordularından bir tanesi” dedi. “ Bunu en güçlü kılan özelliklerinden birisi disiplin, ikincisi de astın
üste, sevgi ve güven duyması üstün de astına güven duymasıydı. Şimdi herkes
birbirinden bu böyle mi şu şöyle mi falan konusu ortaya girince bir sallantı
geçirmesi normal” diyor şu anki durumu tarif ederek.”
-"Ama Türk Silahlı Kuvvetleri küllerinden doğar.
Buna herkes emin olsun. Doğacak da. Komutanlar hakkında bir şeyler söylemek
lazım. Komutanlar gelir geçer. O dönemin komutanları emekli oldular, bir tek
Hulusi Akar kaldı. O da yakın zamanda emekli olacak. Şöyle söyleyeyim: bizim
komutanlarımız bu dönemde iyi sınav vermedi. Komutan oldun demekle komutan
olunmuyor bunu gördük. Tabi bu neye sebep oldu? Bir taraftan psikolojik bir
harpse bu örgütün işine geldi. Dediler ki komutanlar bunlara sahip çıkmıyorlar
yürü ya kulum. Silahlı kuvvetlerde neye sebep oldu? Personellerin komutana olan
güvenini zedeledi. Bu emir komuta ilişkisinin zedelenmesi anlamına gelir ki
bütün silahlı kuvvetler için çok kötü bir zafiyettir. Ama dediğim gibi, Türk
silahlı kuvvetleri buradan yüzünün akıyla çıkacaktır! Bu vartayı atlatacağız hep
beraber” dedi umutlu bir gülümsemeyle bakarak.
Yine başka bir programda ‘’sarı lacivert bir duvara
toslamışlardır bunlar’’ demiştiniz diye hatırlatıp soruyorum.
-Sarı lacivert bir duvar olmasaydı başka bir duvar çıkar
mıydı toslayacak?
- “Belki çıkardı da o
ana kadar çıkmamıştı”
-Toslamasalardı durum başka türlü olur muydu?
-“Mehmet Berk beni
ilk tutuklayan savcı. Daha sonra Fenerbahçe davasının da savcısı. Ertuğrul
Özkök’e bir röportaj verdi. Dedi ki ona: “Biz şike davasının da balyoz davası
gibi birkaç ay konuşulup unutulacağını düşünmüştük." Bunun anlamı şu; balyoz
davasında baştan biraz ufak tefek sesler çıktı, sonra herkes kabuğuna çekildi.
Biz işimizi hallettik. Kimsenin gıkı çıkmadı. Ama Fenerbahçe de öyle olmadı,
başımıza bela oldu. Sarı lacivert bir duvar olmasaydı biz yolumuza devam
edecektik demektir” diyor gayet ince ve anlaşılır bir cevapla.
-Kapatılan askeri okullar yerine Milli Savunma Üniversitesi
açıldı. Bu okulu kapatılan okullarla karşılaştırırsak neler söylersiniz? diye
soruyorum.
“Bu çok önemli bir
konu” diye başlıyor. Daha ciddi bir yüz ifadesiyle devam ediyor Çetin komutan.
-“Bir kere ben Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeyken de her fırsatta amirlerime, komutanlarıma veya
sempozyumlarda konferanslarda fırsat verildiği zaman şunu söylerim: Türk Silahlı Kuvvetlerinin yeniden yapılandırılmaya, bir reorganizasyona ihtiyacı var.
Birinci saptamam bu. İki, kurmaylık müessesinin elden
geçirilmeye ihtiyacı var. Çünkü kurmaylık sistemi, artık başlangıçtaki niyet
edilen hedeflenen çizginin dışına çıkmıştı. Şimdi silahlı kuvvetler genel, akademi, onların altında da harp
okulları var. Harp okulları için ben şöyle dedim: harp okulları artık giderek
daha çok mühendis yetiştirir hale geldi. Ben deniz kuvvetleri için söyleyeyim, bana öncelikle deniz subayı lazım ama nasıl deniz subayı? Deniz teknik bir konu
olduğu için özellikle mühendis kafada deniz subayı olacak.
Ben öyle diyorum ona. Mühendis değil, mühendis kafalı deniz subayı. Şimdi son
zamanlarda harp okullarından mezun olan subayların çoğu mühendis statüsünde
hissediyor kendini. Mühendislik
eğitimi tamam ama, harp okulundan önce deniz subayı yetiştirmek lazım. Deniz
subayı nedir? Deniz subayı, gemide görev yapacak, deniz şartlarında görev yapacak
ve deniz subaylığını gönülden benimseyecek-sevecek bir insan olması
lazım. Bu öyle parayla pulla ölçülebilecek bir şey değil. Bu öyle meşakkatli bir
şey ki akıllı adamın yapacağı iş değil aslında. Bu tamamen sevmekle, gönül vermekle yapılacak, başarılacak bir iş. Biz işin bu yönünü sanki son zamanlarda biraz ihmal etmiş
gibiydik. Dolayısıyla harp okullarının eğitim müfredatının da bu şekilde düzenlenmesi
gerektiğini düşünüyordum.
O kadar çok şey anlatmak ister gibiydi ki kahvesinden bir
yudum bile almamıştı. İsterseniz kahvenizi yudumlayın soğumasın diyorum.
-“Yok yok ben soğuk
içerim. Paşa çayı derler ya zaten” diyerek bizi güldürüyor.
Harp akademilerinden çıkan kurmay subaylardan, Silahlı
Kuvvetler memnun değilse; bunun sorgulanması gerektiğini vurgulayarak sözlerine
devam ediyor.
-“Adını milli savunma
üniversitesi koymakla işler düzelmiyor. Uygulamayı doğru yapmak lazım. Bu uygulama iyi mi oldu? Hayır. Neden? Çünkü
uygulama yanlış. İlla her şey siyahla beyaz değil benim gözümde” diyor.
-Eski okullara oranla iyi değil diyebilir miyiz? diyorum daha
net bir cevap bekleyerek.
-“Milli Savunma Bakanlığı Üniversitesi mezunlarını versin de öyle bakalım” diyor hafifçe bir gülümsemeyle.
Artık daha kritik sorular sormam gerektiğini düşünüyorum.
-Ortadoğunun bu kadar sıcak olduğu bir dönemde Türkiye’nin siyasi ve askeri anlamda
tanımaz, aldırmaz, umursamaz tavrını nasıl yorumluyorsunuz?
-“Ne demek o”.
-Bizim siyasi büyüklerimizin ‘ey sen-ey ben’ diye konuşmalarından
bahsediyorum.
-“Uluslararası
ilişkiler, akılla mantıkla düşünerek-taşınarak gerçekleştirilmesi gereken bir
alan. Siz buralarda böyle fevri tavırlarla, duygusal tepkilerle her hangi bir
karar alırsanız bunun sonucu yanlış olur. Bu kesinlikle kabul edilebilir bir
şey değil. Ama sonuçta da ey Almanya ey Amerika diyorsun, ertesi gün masaya
oturuyorsun. Bizim dış politikamız, böyle hazan yaprakları gibi rüzgar nereden
esiyorsa oradan oraya savrulan, böyle dolanan bir yöntemle idare ediliyor. Ne
yaptığımızı bilmiyoruz. Türkiye’nin bu coğrafyada bekasını sağlayabilmemiz için, varlığını yürütebilmesi için yapması gereken tek şey; ayırt etmeksizin dostluk
ve iş birliği içinde olması lazım” diyor.
Semih Çetin’in her sözü bambaşka anlamlar ifade ediyordu.
Tecrübesinin yanında büyük bir bilgisinin olması da sözlerinin değerini çok
başka bir pencereden hissettirdi bana. Ama benim en dikkatimi çeken sözleri ise
şunlar oldu.
-“Sen ırakta merkezi
yönetimi bırakıp: Barzani’yle, Suriye de merkezi yönetimi bırakıp: ÖSO’yla iş
birliği yaparsan, senin dış politikanın seni getireceği yer burasıdır.”
-Yani bizim için Suriye’nin iç politikası değil de, bizimle olan
dış politikası önemli öyle mi? diyorum.
-“Bravo. İşte bu. Karşılıklı
çıkarlar önemli dış politikada. Bir tek kıstasınız olacak ulusal çıkarların neyi
gösteriyor?”
-Ülkemizin siyasi anlamda komşularıyla yaşadığı sorunlar, gelecek yıllarda askeri bir soruna neden olabilir mi? diyorum.
-“Olabilir.”
-“Nasıl olabilir.”
-“Bir kere şunu
söyleyeyim, siz bu kadar çok büyük gerginlik yaratırsanız komşularınızla
karşılığında ise” diyip biraz bekleyerek “Zaten şu anda askeri soruna dönmedi mi?” diyor bana.
-“Döndü ama şu anda küçük bir sınır polemiği sonuçta”
diyorum.
-“Hemen bakalım olaya”
diyip Suriyedeki örgütlerin bulundukları coğrafyadan bahsedip Suriye’nin
kuzeyinde bulunan PYD den örnek veriyor.
-“Şu anda bizim
savaştığımız adamlar onlar değil mi? PYD
nasıl geldi buraya”.
-Biz geçirdik.
-“Biz geçirdik de. Esat
çağırdı. Esad ne yaptı? Türkiye bizim rejime düşmanları destekliyor dedi. Türkiye’nin
problemleri kim ile? PKK ile PYD ile. Gelsin PYD. Oturdular masaya bir anlaşma
yaptılar. Dediler ki bu bölge sizin. Size burada özerklikte vereceğim
sonra olaylar bittiği zaman hadi bakalım buyurun. Onlarda başvurdular
Türkiye’ye geçirdik oturttuk. Sen karşı tarafa bir hamle yaptığın zaman ondan
gelecek hamleyi de bekleyeceksin. İşte bu hamle oydu. O zamanlar hiç buna ses
çıkartmadık, hatta yardımcı olduk, ondan başımıza bela oldu. Peki Yunanistan ile
böyle bir şey olur mu? diye kendine soruyor ve cevaplıyor.
-"Avrupa Birliğinin
askeri gücü konusunda halen tereddütlerim var benim. Yani NATO gibi değil.
Avrupa Birliği, bir yerde bir askeri hareketle, kendi üyelerine yapılacak bir
düşmanca tavrı veya hareketi, askeri hareketle topyekun karşılayabilecek bir
konumda değil”.
-Bir diğer soru. Yunanistan’la Türkiye arasında kalan, ancak Türkiye’ye ait
olduğu halde Yunanistan’ın işgal ettiği bazı adalar var. Buna Türkiye çok
sessiz kaldı, bunu nasıl yorumlarsınız?
-“Şimdi aslına
bakarsak sadece bu hükümetin sorunu değil bu. Ben Yunanistan Kıbrıs Daire Başkanlığı
yaptım. Kardak kriziyle ortaya çıkan ve daha sonraki çalışmalarda tespit edilen
152 ada ve adacık var. Ve buna bağlı kayalıkları saymıyorum. Bunlarla ilgili anlaşmalar hangileri? Lozan
anlaşması var. İtalyanlarla yapılan 12 adayla ilgili anlaşma var. Paris
anlaşması. Şimdi bunlarla bakıyorsun, tek tek çıkarttığın zaman 152
tanesi boşta kalıyor. Anlaşmayla Yunanistan’a
verilmediyse, bu 'otomatik olarak Yunanistan’ın olması' diye bir şey uluslararası
hukukta yok. Dolayısıyla en haklı olduğumuz konulardan bir tanesi” diyor.
Ve adalar konusunda Türkiye’nin sürekli itirazcı konumda olması gerektiğinin de
altını çiziyor.
-“O adalar gitti şu
anda zaten. Şimdi... Sen zamanında reaksiyon göstermediğin, çok basit bir takım bildiriler
yapmadığın, itirazlar etmediğin için şimdi savaşla almak zorundasın o adayı.
-“Neden yapılmamış” diyorum.
-“Sana adalara
verdiğimiz isimlerden örnekler veriyim” diyip adalara verdiğimiz isimlerden
bahsediyor.
-“Sıçan Adası, Hayırsız Ada, Kara Ada, Yılan Adası. Ada bizim için bunlar. Biz adayı böyle görüyoruz. Adaları sen böyle
gördüğün sürece o adaları gelir başkası alır. Şimdi neden sorunun sıkıntısını
yaşamıyoruz. Çünkü kıta sahanlığı sorunu askıda Ege’de. Ama yarın öbür gün kıta
sahanlığı konusunda bir masaya oturduğun zaman bu adaların hepsinin önemi
ortaya çıkacak. Münhasır ekonomik bölge ortaya çıktığı zaman, hepsinin önemi
ortaya çıkacak. O 152 adanın neye mal olduğunu o zaman göreceksin” diyor, biraz sinirlenir gibi olup ve devam
ediyor sözlerine ara vermeden.
-“Ben Yunanistan
Kıbrıs Daire Başkanıyken, bu adaları Türkçe isimleriyle harita bastırdım. Bunun
anlamı ne biliyor musun? Eğer Türkçe isimleriyle harita bastırıyorsan, daha
doğrusu Türkiye de basılmış bir haritada, Yunanistan’a ait olduğu iddia edilen
adaları Türkçe isimleriyle yayınlıyorsan, o adalar üzerinde egemenlik hakkı
iddia ediyorsun demektir. Ama Dışişleri Bakanlığı onları yayımlamadı.
Bastırdığımız haritalar elde. Şu anda hiçbir yere yayımlamadılar.
-Sizin sahiplendiğinizi, devletin kendisi sahiplenmiyor mu
yani.”
-“Devletin askeri
kanadı bu adalarla ilgili yapması gerekenleri yapmıştır. Ama sadece bu iktidarı
söylemiyorum, bundan çok öncesinden başlıyor bu işler. Ama maalesef sivil iktidarlar, buna askerlerin baktığı gözle bakmamışlardır. Bütün meselenin özü buradadır."
-Dünyada büyük bir dönüşüm var. Ekonomik anlamda 4. Sanayi
devrinin başlayacağı ve güç dengelerinin değişeceği bir gerçek. Durum böyleyken
ülkemizin siyasi ve askeri anlamdaki dengesizliğini, gelecek açısından nasıl
yorumlamalıyız?
-“Çok kötü."
-Ne yapmalı. Nasıl davranmalı?
-“Bir an önce şu
kavgayı bırakıp, bölünmüşlüğü, efendime söyleyeyim ben fay hatları diyorum ona.
Ülkede o kadar çok fay hatları var ki... şimdi o fay hatlarını onarmadan fay
hatlarını tamir etmeden, ülkenin bütünlüğünü sağlamadan, dünyadaki bu yarışa
katılmamız mümkün değil. Bu ekonomik sistem, yani şu anda yürüttüğümüz sistem.. Atatürk’ün ekonomik politikalarına tamamen aykırıdır. Bu ekonomik politikalarla
Türkiye’nin kalkınması ve gelişmiş ülkeler arasında yerini almış olması hayal
bile edilemez."
-Daha önce katılmış olduğunuz bir televizyon programında “Mustafa
Kemali tartışamam” diyip programı terk etmiştiniz.
Bende şöyle soruyorum;
-Ülkemizde Mustafa Kemal Atatürk’ü
değersizleştirmeye çalışılıyormuş gibi bir hal var. Siz bu konuda ne dersiniz?
-“Var tabi”.
-Neden. Nasıl?
-“Zaten biz bugün
bunları niçin yaşıyoruz? Biz Atatürk’e ihanetin
bedelini ödüyoruz. Bak ben sana net olarak söylüyorum. Atatürk’e ihanet ettik, bunun bedelini ödüyoruz” diyor ve sözlerine ara vermeden devam ediyor Çetin
komutan.
-“Şimdi Mustafa Kemal
Atatürk’ü tartışmam dedik de, Mustafa Kemal’i tartışırım aslında. Burada sizinle
Mustafa Kemal’i tartışırım. Sokaktaki vatandaşla, kahvede oturduğum zaman
Mustafa Kemal Atatürk’ü tartışırım. Ama o günkü toplantıda herif diyor ki bana "Mustafa Kemal Atatürk zamanında biz müstemlekeydik. Özgürlüğümüze şimdi
kavuşuyoruz, tam bağımsızlığa kavuşuyoruz" diyor. Şimdi bu adamla ben Mustafa
Kemal Atatürk’ün kelimesini bile tartışmam. Öbürü diyor ki "Atatürk’ü buraya
kurtuluş savaşının başına Amerika, İngiltere gibi ülkeler konsensüsle getirmişlerdir" diyor. Ben bu adamla oturup Mustafa Kemal’in kelimesini tartışmam. Çünkü iyi
niyetli değil bunlar. Neyin ne olduğunu iyi biliyorlar. Bunlar ne söylediğini ne
maksatla söylediğinin farkında. Mustafa Kemal Atatürk hakkında bu kadar abuk
sabuk asılsız şeyler ortaya sürenlerle Mustafa Kemal’i tartışmam. Mustafa Kemal
Atatürk’e ihanet etmenin bedelini ödüyoruz. Bunu herkes görüyor şu anda
bakarsan, aslında şöyle söyleyeyim: Mustafa Kemal Atatürk’ü Türk milleti yeni
yeni anlamaya başladı. Biz senelerdir Mustafa Kemal Atatürk’ü onların söylediği
tabirle putlaştırmaktan, kalıplaştırmaktan başka bir şey yapmadık. Atatürk
kadar akla ve bilime, felsefeye önem veren açılımcı, yenilikçi bir devlet adamı
geldi mi dünyaya? Gelmedi. Bu asırda bize nasip oldu biz de kıymetini bilmedik
ve bunun cezasını da şimdi ödüyoruz” diyerek sözlerini tamamlıyor Çetin komutan.
Sorularımın bittiğini, eklemek istedikleri varsa söylemesini
rica ediyorum.
-“Daha ne ekleyeyim çok şey söyledik” diyor.
-“Daha ne ekleyeyim çok şey söyledik” diyor.
Geçmiş ve gelecek adına paylaştığı yorum ve
düşünceleri için teşekkür ediyorum emekli Tümamirale. Şu anda müze olarak
kullanılan Gayret gemisini arkamıza alarak fotoğraf çektirdikten sonra, Çetin
komutanı uğurlayıp ben de çalışma arkadaşlarımla beraber oradan ayrılıyorum.





Yorumlar
Yorum Gönder