Son birkaç gündür Can Dündar'ın kitaplarını okuyorum. En son okuduğum 'Yağmurdan Sonra' kitabı bana Gürsoy Değirmencioğlu hocamın ''Türkiye de köşe yazarları hep kendilerini tekrar eder'' sözünü hatırlattı.
Hocamın sözü doğruydu ama bu köşe yazarlarının kendilerini tekrar ettikleri anlamında değil. Çünkü tekrar eden köşe yazarları değildi, tekrar eden apaçık ülkenin kendiydi.
Bu kanıya varmamı sağlayan birçok nedenim var.
1996 yılında ilk baskısını yapan bu kitap Dündar'ın bazı gazetelerde yazdığı yazıların toplanmasından oluşuyor. Yani bu günden 22 yıl kadar önce yazılmış olan yazılar sanki bu günleri anlatıyormuş gibi canlılığını koruyor.
Medya kullanılarak birilerinin linç edilmesinden, medyanın kendini hakim-savcı yerine koyup insanlar hakkında ahkam kesmesine...
Yine medyanın özel yaşam anlayışını bir türlü anlayamamasından, gazetecilere terörist gibi davranılmasına...
Uluslararası boyutta markalaşan büyük şirketlerin Türkçeyi nasıl yozlaştırdığından, reklam ve pazarlamanın nasıl vahşi bir hal aldığına...
Basın ve gazetecilerin sansürlenmesinden, siyasi söylemlerin yanar dönerliğine kadar bir çok konu dün gibi hala aynı.
Peki bunun sebebi ne? diye soruyorum kendime.
Çok uzun düşünmeden birkaç cevap buluyorum. En önce özgün olamayış diyorum. Yıllar önce televizyonculuk tek kanaldan çıkıp çok kanallı hale gelirken Amerika'dan uzmanlar getirilip nasıl yayın yapılması gerektiği konusunda ders alan bizler...
Sonra siyaset üretemeyip hep geçmiş yıllara top atarak siyaset çevirmeye çalışanlar yine bizler...
Van Gogh'un resimlerine bakıp ''Ne var bunlarda bende yaparım'' diyen Kenan Evren'den ve günümüzde heykellere ''ucube'' diyen yöneticileri seçen bizler...
Bir yıl boyunca hakkında hiçbir belge olmadan ceza evinde yatırılıp yabancı bir devlet başkanının sözüyle aniden salıverilen gazetecilere 'ajan bu' diyenlerde bizler...
Dini ve milli değerlerimizle övünürken hem dini hem milli değerleri ayaklar altına alıp kendi siyasetine malzeme yapanlara ''G.tünün kılıyım'' diyenler bizler...
Saymaya kalkarsak liste uzar gider. Bu ülkede yılların çok getirdiği olmuştur ama nedense hiç götürdüğü olmamıştır. Amaç sadece siyasi partiler için iktidar olmak, televizyon kanalları ve gazeteler için en çok izlenen ve okunan yayın olmak, insanlar içinde hep en çok konuşulan en popüler insan olmak birinci hedeftir. Sonrası 'Allah kerim, hele bir yarın olsun'dur.
Böyle olunca gündem hep aynı kalıyor garibim köşe yazarları da çevirip çevirip aynı şeyleri yazmak zorunda kalıyorlar. Rahmetli Süleyman Demirel'in ''Dün dündür bugün bugündür'' sözüyle Recep Tayyip Erdoğan'ın ''Onların tankları, füzeleri, topları, uzaya giden şusu busu her şeyi olabilir. Olsun be, bizim Allah'ımız var'' demesinin arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de kıvırmak için söylenmiş, ikisi de bütün soruları yok etmek, sorulamaz hale getirmek için tasarlanmıştır.
Her gece yatarken ileride çalışacağım gazeteleri televizyonları düşlüyorum. Kendime ''acaba ben nasıl bir gazeteci olacağım, nelerin haberini, nasıl yapacağım'' diye sorular soruyorum. Sonra ülkemi düşünüyorum. Medyayı. İnsanları düşünüyorum.
Şimdiye kadar yapılan bütün medya çalışmaları ''insanlar bunları istiyor-toplum böyle şeylerden hoşlanıyor'' diye yapılmış. Ama o insanlara başka şeyler sunulmamış. Evet insanlar öyle-böyle diye tarif edilen yayıncılığı sevebilir ama birde başka bir nokta var. İnsanlara ne verilirse insanlar onları alıyor. Yani televizyonda evlilik programı varsa evlilik programı izleniyor. Yada savaş filmi varsa oda izleniyor. Gecenin bir yarısı bir tartışma programı varsa oda aynı şekilde izleniyor. Hatta cinsel içerikli birçok program da diğerleriyle aşağı yukarı aynı oranda izlenebiliyor. Peki bunların dışında başka ne var? Pek bir şey yok. Çünkü medya toplumun ahlakını, kültürünü, insani duygularını ve buna benzer birçok ince detaydan önce kendine göre düşünüyor. Ve halk bunları istiyor diye birkaç program dışında başka bir şey göstermiyor.
Peki ya gazeteler? Onlarında durumu aynı. Gazetecilik ilkeleri ve habercilik anlayışı yerine okurun beklentisini karşılamaya yönelik büyük bir telaş var. Kimi gazeteler Atatürksüz manşet atmazken kimi gazeteler Arap medyasından farksız. Kimi gazeteciler açık seçik bir şekilde kendini hakim ve savcı yerine koyup ahkam keserken kimi gazeteciler yazdıklarından bile bihaber.
Sonra düşündüklerimle bir yere varmaya çalışıyorum. Siyaset böyle, medya böyle, insanlar böyle...
Geriye ne kalıyor?
Ben nereye varıyorum?
Yıllar içinde yazacağım birçok yazıda aynı şeylerden bahsedeceğim duygusu kaplıyor beni. Yani bende diğer yazarlar gibi kendimi tekrar edeceğim.
Geriye sadece ileriye giden takvim...
Ve bir yere varamamış ben kalıyorum.
Hocamın sözü doğruydu ama bu köşe yazarlarının kendilerini tekrar ettikleri anlamında değil. Çünkü tekrar eden köşe yazarları değildi, tekrar eden apaçık ülkenin kendiydi.
Bu kanıya varmamı sağlayan birçok nedenim var.
1996 yılında ilk baskısını yapan bu kitap Dündar'ın bazı gazetelerde yazdığı yazıların toplanmasından oluşuyor. Yani bu günden 22 yıl kadar önce yazılmış olan yazılar sanki bu günleri anlatıyormuş gibi canlılığını koruyor.
Medya kullanılarak birilerinin linç edilmesinden, medyanın kendini hakim-savcı yerine koyup insanlar hakkında ahkam kesmesine...
Yine medyanın özel yaşam anlayışını bir türlü anlayamamasından, gazetecilere terörist gibi davranılmasına...
Uluslararası boyutta markalaşan büyük şirketlerin Türkçeyi nasıl yozlaştırdığından, reklam ve pazarlamanın nasıl vahşi bir hal aldığına...
Basın ve gazetecilerin sansürlenmesinden, siyasi söylemlerin yanar dönerliğine kadar bir çok konu dün gibi hala aynı.
Peki bunun sebebi ne? diye soruyorum kendime.
Çok uzun düşünmeden birkaç cevap buluyorum. En önce özgün olamayış diyorum. Yıllar önce televizyonculuk tek kanaldan çıkıp çok kanallı hale gelirken Amerika'dan uzmanlar getirilip nasıl yayın yapılması gerektiği konusunda ders alan bizler...
Sonra siyaset üretemeyip hep geçmiş yıllara top atarak siyaset çevirmeye çalışanlar yine bizler...
Van Gogh'un resimlerine bakıp ''Ne var bunlarda bende yaparım'' diyen Kenan Evren'den ve günümüzde heykellere ''ucube'' diyen yöneticileri seçen bizler...
Bir yıl boyunca hakkında hiçbir belge olmadan ceza evinde yatırılıp yabancı bir devlet başkanının sözüyle aniden salıverilen gazetecilere 'ajan bu' diyenlerde bizler...
Dini ve milli değerlerimizle övünürken hem dini hem milli değerleri ayaklar altına alıp kendi siyasetine malzeme yapanlara ''G.tünün kılıyım'' diyenler bizler...
Saymaya kalkarsak liste uzar gider. Bu ülkede yılların çok getirdiği olmuştur ama nedense hiç götürdüğü olmamıştır. Amaç sadece siyasi partiler için iktidar olmak, televizyon kanalları ve gazeteler için en çok izlenen ve okunan yayın olmak, insanlar içinde hep en çok konuşulan en popüler insan olmak birinci hedeftir. Sonrası 'Allah kerim, hele bir yarın olsun'dur.
Böyle olunca gündem hep aynı kalıyor garibim köşe yazarları da çevirip çevirip aynı şeyleri yazmak zorunda kalıyorlar. Rahmetli Süleyman Demirel'in ''Dün dündür bugün bugündür'' sözüyle Recep Tayyip Erdoğan'ın ''Onların tankları, füzeleri, topları, uzaya giden şusu busu her şeyi olabilir. Olsun be, bizim Allah'ımız var'' demesinin arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de kıvırmak için söylenmiş, ikisi de bütün soruları yok etmek, sorulamaz hale getirmek için tasarlanmıştır.
Her gece yatarken ileride çalışacağım gazeteleri televizyonları düşlüyorum. Kendime ''acaba ben nasıl bir gazeteci olacağım, nelerin haberini, nasıl yapacağım'' diye sorular soruyorum. Sonra ülkemi düşünüyorum. Medyayı. İnsanları düşünüyorum.
Şimdiye kadar yapılan bütün medya çalışmaları ''insanlar bunları istiyor-toplum böyle şeylerden hoşlanıyor'' diye yapılmış. Ama o insanlara başka şeyler sunulmamış. Evet insanlar öyle-böyle diye tarif edilen yayıncılığı sevebilir ama birde başka bir nokta var. İnsanlara ne verilirse insanlar onları alıyor. Yani televizyonda evlilik programı varsa evlilik programı izleniyor. Yada savaş filmi varsa oda izleniyor. Gecenin bir yarısı bir tartışma programı varsa oda aynı şekilde izleniyor. Hatta cinsel içerikli birçok program da diğerleriyle aşağı yukarı aynı oranda izlenebiliyor. Peki bunların dışında başka ne var? Pek bir şey yok. Çünkü medya toplumun ahlakını, kültürünü, insani duygularını ve buna benzer birçok ince detaydan önce kendine göre düşünüyor. Ve halk bunları istiyor diye birkaç program dışında başka bir şey göstermiyor.
Peki ya gazeteler? Onlarında durumu aynı. Gazetecilik ilkeleri ve habercilik anlayışı yerine okurun beklentisini karşılamaya yönelik büyük bir telaş var. Kimi gazeteler Atatürksüz manşet atmazken kimi gazeteler Arap medyasından farksız. Kimi gazeteciler açık seçik bir şekilde kendini hakim ve savcı yerine koyup ahkam keserken kimi gazeteciler yazdıklarından bile bihaber.
Sonra düşündüklerimle bir yere varmaya çalışıyorum. Siyaset böyle, medya böyle, insanlar böyle...
Geriye ne kalıyor?
Ben nereye varıyorum?
Yıllar içinde yazacağım birçok yazıda aynı şeylerden bahsedeceğim duygusu kaplıyor beni. Yani bende diğer yazarlar gibi kendimi tekrar edeceğim.
Geriye sadece ileriye giden takvim...
Ve bir yere varamamış ben kalıyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder