Yeni yılın ilk haftası içerisindeyken, ülkemizin, kimilerine göre dinamik, bana göre ise dengesiz olan gündem ve politikaları, önceki yılda olduğu gibi yine şaşırtmayacak şekilde devam ediyor.
Editörlüğünü Doç. Dr. Elif UZUN'un yaptığı ve Anadolu Üniversitesi Yayınlarından çıkan 'Adalet Meslek Etiği' ders kitabında 25'inci sayfa da 'Ahlaki Otoriteyle Gerekçelendirme' başlıklı yazıda 'İnsanların eylemlerini gerekçelendirirken ahlaken otorite sayılan kişi veya kurumların görüşlerine dayanmalarına sıkça rastlanır. İster tekil olaylarda nasıl davranılacağı ile ilgili isterse kural şeklinde ifade edilmiş ahlaki yargılar olsun; anne, baba, öğretmen, grup lideri, parti başkanı, din adamı vaya dini bir örgüt, devlet yüksek mahkemesi vb. kişi ve kurumların görüşlerine, eylemi ahlaken meşrulaştıran sebepler olarak başvurulabilir' der. Daha basit bir şekilde söylemek gerekirse, kişi yaptıklarını otorite sahiplerinden aldığı desteğe bağlamaya çalışır.
Yeni yılın üçüncü gününde yaşanılan olay bu gerekçelendirme başlığına güzel bir örnek olacaktır. Genel Güvenlik ve Uyuşturucu ile Mücadele Toplantısın da konuşan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 'Okulun çevresinde bir uyuşturucu satıcısını gördüğümüz zaman beni ne kadar kınarlarsa kınasınlar, ne kadar eleştirirlerse eleştirsinler o uyuşturucu satıcısının ayağını kırmayan polis görevini yapmamış demektir. Güvenlik görevlisi ne yaparsa yapsın sorumluluğu bana ait' diyerek konuştu. Bakanın konuşmasından günler önce 24 Aralık 2017 tarihli 696 sayılı KHK'nın 121'inci maddesinde 'Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır' diye bir madde eklendi. Bu madde içeriğinde ki şartları taşıyan kişilere yargı muafiyeti getirilmiş oldu.
Yani kişiler yaptıkları eylemleri 'ahlaki otoriteyle gerekçelendirecek' aynı zamanda KHK ile koyulan madde ile kendilerinde güç bulacaklar. Ancak bu durum ülke içerisinde büyük sorun ve karışıklıklara neden olacağı gayet açık. Çünkü insanların gerekçelendireceği otoriteler sapkın, kindar ve düşmanca bir tavırla yol alıyorlar. Toplum içerisinde ki ayrılıklar ve bölünmeler o kadar keskin boyutta ki, insanlar artık fişlenmekten korktukları için konuşamaz hale geldiler.
Başka bir söylem ise AKP Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Mahir Ünal'dan geldi. 2 Ocak akşamı özel bir televizyon kanalında konuşan Ünal, OHAL'in devam ediyor olması ile ilgili sorulan soruya 'zamanı gelince kaldıracağız' dedi. Halbuki darbenin üstünden 1,5 yıla yakın bir zaman geçtiği halde OHAL'in uzatılması, kamu düzenini yeniden tesis etmek için değil, kendileri için yeni ve daha rahat bir düzeni kurmak için kullandıkları, çıkan KHK'lar ve alınan kararlarla ortada.
Geçmişte olan ama 15 Temmuz'dan sonra hızla devam eden algı operasyonuyla, genci yaşlısı, kadını erkeği, işçisi memuruyla toplumun her kesiminde bitmeyen sosyal sıkıntılar dururken, toplumu, hiç sıkıntısı yokmuşcasına, el bebek gül bebek yaşadıklarına ve milliyetçilik ruhuyla -devlet yaparsa doğru yapar- algısı aşılanmaya çalışılıyor. Bunu siyasetçilerin yaptığı kadar, medya organları da inşaat reklamından dizi filmlerin içeriğine kadar çeşitli şekillerde kullanarak yapıyorlar.
Toplumda barışı ve huzuru sağlamak en başta düşmanca tavırlardan uzaklaşmayla mümkün olur. Ancak bu tavırları öncelikle otorite sahibi kişilerde aramak gerekir. Kaba dayı misali söylemlerle, racon kesercesine yapılan siyaset ancak ülkeye huzursuzluk ve düşman kazandırır ki zaten öyle oluyor. Yurttaşlar olarak bizim yapmamız gereken ise sağduyu, iyi niyet ve her zaman vicdanlı düşünmekten öteye asla geçmemeli.
Editörlüğünü Doç. Dr. Elif UZUN'un yaptığı ve Anadolu Üniversitesi Yayınlarından çıkan 'Adalet Meslek Etiği' ders kitabında 25'inci sayfa da 'Ahlaki Otoriteyle Gerekçelendirme' başlıklı yazıda 'İnsanların eylemlerini gerekçelendirirken ahlaken otorite sayılan kişi veya kurumların görüşlerine dayanmalarına sıkça rastlanır. İster tekil olaylarda nasıl davranılacağı ile ilgili isterse kural şeklinde ifade edilmiş ahlaki yargılar olsun; anne, baba, öğretmen, grup lideri, parti başkanı, din adamı vaya dini bir örgüt, devlet yüksek mahkemesi vb. kişi ve kurumların görüşlerine, eylemi ahlaken meşrulaştıran sebepler olarak başvurulabilir' der. Daha basit bir şekilde söylemek gerekirse, kişi yaptıklarını otorite sahiplerinden aldığı desteğe bağlamaya çalışır.
Yeni yılın üçüncü gününde yaşanılan olay bu gerekçelendirme başlığına güzel bir örnek olacaktır. Genel Güvenlik ve Uyuşturucu ile Mücadele Toplantısın da konuşan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 'Okulun çevresinde bir uyuşturucu satıcısını gördüğümüz zaman beni ne kadar kınarlarsa kınasınlar, ne kadar eleştirirlerse eleştirsinler o uyuşturucu satıcısının ayağını kırmayan polis görevini yapmamış demektir. Güvenlik görevlisi ne yaparsa yapsın sorumluluğu bana ait' diyerek konuştu. Bakanın konuşmasından günler önce 24 Aralık 2017 tarihli 696 sayılı KHK'nın 121'inci maddesinde 'Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır' diye bir madde eklendi. Bu madde içeriğinde ki şartları taşıyan kişilere yargı muafiyeti getirilmiş oldu.
Yani kişiler yaptıkları eylemleri 'ahlaki otoriteyle gerekçelendirecek' aynı zamanda KHK ile koyulan madde ile kendilerinde güç bulacaklar. Ancak bu durum ülke içerisinde büyük sorun ve karışıklıklara neden olacağı gayet açık. Çünkü insanların gerekçelendireceği otoriteler sapkın, kindar ve düşmanca bir tavırla yol alıyorlar. Toplum içerisinde ki ayrılıklar ve bölünmeler o kadar keskin boyutta ki, insanlar artık fişlenmekten korktukları için konuşamaz hale geldiler.
Başka bir söylem ise AKP Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Mahir Ünal'dan geldi. 2 Ocak akşamı özel bir televizyon kanalında konuşan Ünal, OHAL'in devam ediyor olması ile ilgili sorulan soruya 'zamanı gelince kaldıracağız' dedi. Halbuki darbenin üstünden 1,5 yıla yakın bir zaman geçtiği halde OHAL'in uzatılması, kamu düzenini yeniden tesis etmek için değil, kendileri için yeni ve daha rahat bir düzeni kurmak için kullandıkları, çıkan KHK'lar ve alınan kararlarla ortada.
Geçmişte olan ama 15 Temmuz'dan sonra hızla devam eden algı operasyonuyla, genci yaşlısı, kadını erkeği, işçisi memuruyla toplumun her kesiminde bitmeyen sosyal sıkıntılar dururken, toplumu, hiç sıkıntısı yokmuşcasına, el bebek gül bebek yaşadıklarına ve milliyetçilik ruhuyla -devlet yaparsa doğru yapar- algısı aşılanmaya çalışılıyor. Bunu siyasetçilerin yaptığı kadar, medya organları da inşaat reklamından dizi filmlerin içeriğine kadar çeşitli şekillerde kullanarak yapıyorlar.
Toplumda barışı ve huzuru sağlamak en başta düşmanca tavırlardan uzaklaşmayla mümkün olur. Ancak bu tavırları öncelikle otorite sahibi kişilerde aramak gerekir. Kaba dayı misali söylemlerle, racon kesercesine yapılan siyaset ancak ülkeye huzursuzluk ve düşman kazandırır ki zaten öyle oluyor. Yurttaşlar olarak bizim yapmamız gereken ise sağduyu, iyi niyet ve her zaman vicdanlı düşünmekten öteye asla geçmemeli.
Yorumlar
Yorum Gönder